18 Ekim 2021 Pazartesi

Sessizlik

Bölüm 1

Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Kaç saattir buradayım hiçbir fikrim yok. Parmaklarım sazın telleri arasında uzun bir süredir geziniyor, oldukça yoruldular. Bana doğru hızlıca yaklaşan bir çift ayakkabı duyuyorum. Başımı sese doğru çeviriyorum ve ayakkabıların önümden geçtiği anı bekliyorum.

- Pardon. Saat kaç acaba?

Ayakkabılar zemini ezmeyi bıraktı. Bakışlarının bana doğru döndüğünü hissediyorum. Sesi tekliyor. Önce bana baktı sonra da cebinden telefonunu çıkardı. Kolunda büyük ihtimalle saat yok. Saati olsaydı elinin pantolonun cebine girerken çıkarttığı hışırtıyı ve bozuk paraların sesini duymazdım. Ayrıca saati olan biri saate bakmak için telefonu kullanmazdı.

- Sekizi on geçiyor abi.

Sesinden anladığım kadarıyla yirmilerinde olan bu genç benden hızlıca uzaklaşmış olmalı ki teşekkürüme cevap alamadım.

Yarım saat sonra kardeşim beni almaya gelecek. Tek başıma eve dönemiyorum, evin yolunu uzun zaman önce unuttum. Dokuz yaşında geçirdiğim trafik kazasında kornealarıma on yedi cam parçası saplandı. On yedisini de doktorlar birkaç saat süren ameliyatta çıkarmış olsa da bu artık görebileceğim anlamına gelmiyordu. O günden beri her şey karanlık. Bana söylenene göre şu an yirmi üç yaşımdayım. Kimse söylemese günlerin nasıl geçtiğini kestirebileceğimi zannetmiyorum. Belki de yanlış saymışlardır ve yirmi iki yaşındayımdır, belki de otuz ikimde. Hiçbir zaman bu konuda emin olmamak beni kahkahaya boğuyor. Ayakkabılarını duymadığım, sessizce yanımdan geçen biri belki bana bakıp içinden neye gülüyor bu deli diye düşünüyordur. Bu varsayım mevcut durumu daha da komik yapıyor. Parmaklarımı avucumun içine doğru birkaç kere kapatıyorum. Dinlenmiş gibiler. Çalmaya devam ediyorum. Birkaç parça çaldıktan sonra megafonlardan tiz bir ses çıkıyor ve ardından anons geliyor.

'Dört dakika sonra istasyona varacak olan metro seferimiz teknik aksaklıktan dolayı yolda kalmıştır. Metro seferlerindeki aksama en kısa sürede giderilecektir.'

Sesi duyduktan sonra yine nasıl bir aksaklık oldu diye meraklanıp sazımı çalmaya devam ediyorum.

Bir süredir hiç ayakkabı sesi duymuyorum. Ya kimse önümden geçmiyor ya da sessizce yürümeye başladı insanlar. Birkaç kere sesleniyorum ama cevap alamıyorum. Sazımı çalmayı bırakıyorum. Kulaklarımla gelebilecek herhangi bir sese odaklanıyorum. Bir süre sonra yere sürekli çarpan bir sopa duyuyorum.

- Pardon bakar mısınız? Saat kaç?

- Kim o? Biri bana mı seslendi?

- Evet. Saat kaç acaba? Kardeşim beni almaya gelecekti de, gecikti gibi. Ondan dolayı size sordum. Bugün kabartmalı saatimi takmayı unutmuşum, saatin kaç olduğunu bilmiyorum.

- Sen de mi göremiyorsun?

- Evet. Göremediğimi fark etmediniz mi?

- Hayır. Ben de göremiyorum, doğuştan beri böyleyim. Saati en son telefonuma sormuştum. Dokuz buçuk demişti. Sonra kapandı, anlamadım, açmaya çalışıyorum açılmıyor. İkinci çıkışın önünden beri yürüyorum, insanlardan yardım istiyorum ama kimse cevap vermiyor. İnsanlar garip bir şekilde yerde yatıyorlar. Birine takılıp düşünce fark ettim. Uyandırmaya çalıştım ama hiçbiri uyanmıyor. Birkaç tanesinin boyunlarını bulup nabızlarına bakmaya çalıştım. Hiçbirinin nabzı atmıyor. Şaka mı yapıyorlar, ne oluyor anlamıyorum. Neler olduğunu anlamak için görebilen birini arıyordum ama şansa bak ki sen de benim gibi göremiyorsun.

 

Bölüm 2

Dediklerini duyduktan sonra şoka girmiş ve ona inanmamıştım. Yerde yatan bir insanı bulmak için dizlerimin üzerinde sürünmeye başladım. Çok geçmeden birine rastlamış, kolundan nabzını bulamayınca boynuna da bakmıştım. Hiçbir belirti yoktu. Diğer göremeyense büyük ihtimalle çıkardığım seslerden benim ne yaptığımı anlamış ve sessizce gerçeği kabullenmemi beklemişti. Her şey sessizdi. Karanlığa alışmıştım ama daha önce sessizliği hiç deneyimlememiştim.

Işıkların bizi aydınlattığı ama bizim birbirimizi göremediğimiz metro koridorunda birbirimizi bulmamız zor olmadı. Sonunda onunla tanıştım. Elleri stresten terliydi. Sesinden anlayabildiğim kadarıyla yirmili yaşlarda genç bir kadındı. 

Yerlerdeki kabartmaları takip ederek merdivenleri bulmuştuk. Daha önce çalışmadığına rastlamadığım yürüyen merdivenler bu sefer yürümüyordu. Merdivenleri çıkmaya başladık. Yeryüzüne çıktığımızı tenimize çarpan sert rüzgârdan anladık. Birbirimizi kaybetmemek için elimi omzuna koydum ve sıkıca kavradım. 

Elindeki değnekle sürekli parke taşlarına vuruyordu. Parke taşlarının asla bitmeyeceğini umarak yürümeye devam ediyorduk. Bir noktada parke taşları bitmişti. Ne yapacağımızı bilemedik. Birbirimizi daha sıkı tutarak yürümeye devam ettik. Yol üzerinde yerde yatan birkaç insana takılıp düştük. Tekrar düştük ve sonra tekrar düştük. Tenimize çarpan rüzgâr bu sefer bize deniz havasını getirmişti. O yöne doğru yürümeye başladık. Bir süre sonra dalgaların da sesini duyduğumuzdan sahile geldiğimizi anladık. Yürümekten yorulmuştuk. Bir bank bulduk ama oturamadık. Bankta oturan bir insan vardı. Hareket etmiyordu, cansızdı ama yine de onun rahatını bozmak istemedik. Biraz daha yürüdük ve başka bir bank bulduk. Oturduk. Deniz havası ciğerlerime dolarken yaşadığımı hissettim.

- Şimdi... Şimdi gören insanlar artık yok mu? Sadece bizler mi varız? Daha önce okuduğum bir romana benziyor bütün bu olaylar. Daha önce böyle bir olay olacağını hiç düşünmemiştim. Doğrusunu bilen insanların da artık olmadığını düşünürsek bundan sonra istediğim yaşta olabilirim. Kimsenin beni yalanlayabileceğini düşünmüyorum. İstediğim kişi olabilirim. Saçlarım istediğim renk olabilir eğer beğenmezsem hemen değiştiririm. Gerçi artık kimsenin beğenebileceğini düşünmüyorum. Beğenmek için görmek gerekmez mi?

- Saçların ne renkti?

- Saçlarım sarı. Sarı olmasını istiyorum.

- Saçlarının rengi güzel oldu. Sarı sana yakıştı.

Dakikalarca bu muhabbete gülüşmüş biraz olsa da neler olduğunu unutmuştuk. Gülüşmelerimiz bitince yine sessizliğe bürünmüştü dünya. Sessizliği bozmak istedim.

- En son gördüğümde ağaçlar yeşildi. Deniz ise mavi. Saçlarımın sarı olduğunu biliyorum ama bunlardan emin değilim. Denizin artık çok kirlendiğini ve eski maviliğini kaybettiğini duymuştum. Kardeşim de bana öyle olduğunu söylemişti. Eskisi gibi de her yerde ağaç yok artık, oldukça azaldılar. Acaba hala ağaçlar yeşil mi? Yeşil bile olsa acaba onun rengini de istediğim gibi değiştirebilir miyim?

- Ben ağaçların yeşil olduğuna başından beri inanmamıştım.

11 Ekim 2021 Pazartesi

Görünmez Adam

Bölüm 1

Görünmez adam kendi isteğiyle görünmez olan ilk insandı. Bir gün otobüste cama yaslanmış, geçip giden arabaları izlerken 'Ben görünmezim.' dedi. O an görünmez oldu. Otobüstekilere bağırdı, hatta yanında oturan teyzeye 'Teyze beni görebiliyor musun?' dedi. Teyze Facebook'ta geçen gün vefat eden eşi hakkında yazılanlara bakıyordu. Otuzlu yaşlarında hamile bir kadın, teyzenin omzuna dokunup 'Yanınız boş mu?' dedi. Teyze yorgun düşmüş gözlerini önce kadının şişmiş karnına yöneltti ve sonrasında kadının yüzünü buldu. 'Evet bindiğimizden beri boştu.' dedi. Görünmez adam, hamile kadına yer vermek için yerinden kalktı. İneceği durağa yaklaşınca düğmeye bastı. Otobüs durağa yaklaşırken, şoför yavaşlamamayı seçti. Görünmez adam kapının üstündeki 'Duracak' tabelasına baktı. Tabela yanmıyordu. Halbuki otobüs duracağı zaman o tabela sarı bir fontta parlardı. Şoföre bağırdı. Kimse sesini duymadı. Hamile kadın elleri karnında çocuğunun ilk tekmesini hissediyordu. Yaşlı teyze telefonunu kapattı ve yolu izlemeye başladı. Görünmez adam bir sonraki durakta birinin inmesini umarak hızlı giden otobüste düşmemek için tutunmaya çalıştı. İnmesi gereken duraktan iki durak sonra on beşlerinde bir lise öğrencisi sayesinde inebildi. Çocuk arkadaşlarına küfrederek düğmeye bastığında görünmez adam içten içe mutlu olarak ona doğru yaklaşmıştı. İndiklerinde yolları ayrıldı. Çocuk hala arkadaşlarına küfretmeye devam ediyordu. On iki saatlik mesaiden sonra yürüyecek hali kalmamıştı. Otobüs durağındaki bankı görünce kendini oraya attı.


Bölüm 2

Yaklaşık dört ya da beş dakika sonra, bütün şehri dolaşan o otobüs geldi. Büyük ihtimalle diğer yakadan köprüyü kullanarak gelen bu otobüs öylece normal bir otobüstü. Kapısı açıldı. Mafya dizilerinde oynayan figüran otobüsten indi. Seri adımlarla yürürken telefon geldi ve bir anda yüzü düştü. "Ne mahallemize 'Kara Kuduz Köpek ve Tekir Kediler' çetesi mi saldırdı! Olamaz! Olama... Ola.." sesi gittikçe kesilerek koşmaya başladı. Görünmez Adam görünmez olduğu için şanslıydı çünkü kendisi 'Kara Kuduz Köpek ve Tekir Kediler' çetesinin bir alt fraksiyonu olan 'Soğuk Algınlığı Geçiren Gri Köpek ve Yavru Kediler' çetesine üyeydi. Figüran adam onu görse 'Soğuk Algınlığı Geçiren Gri Köpek ve Yavru Kediler' üyesi olduğunu anlayabilirdi. Ayrıca bu anlama, sadece basit bir anlama olarak kalmazdı. Büyük ihtimalle figüranın beyninde bilgiyi ileten elektronlar harekete geçer ve bilgileri çapraz bir eşleme ile onu, mahallesine saldıran 'Kara Kuduz Köpek ve Tekir Kediler' üyesi olarak görürdü. Bu çapraz eşleme gerçekleşmediği için kendisini çok şanslı hissetti. Yola dalmış bir şekilde otururken 'Ben görünmeyen görünmez adamım.' dedi. Sözü yarım kalmış ve bir şey unutmuş gibi ekledi. 'Beyinde bilgiyi ileten elektronlar çok salakça.' Birden beyninde bir şey hissetti. Beyninde bilgiyi ileten elektronlar artık salaktılar. Salak salak sağa sola hareket etmeye başlamışlardı.


Bölüm 3

Dinlenmişti. Yerinden kalktı. 


Bölüm 4

Sokak lambaları nizami bir şekilde dizilmişti cadde boyunca. Lambalar arasındaki mesafe, görünmez adam ile görünürlük arasındaki mesafe kadar açık değildi. Karanlığa düşmeden, kaldırım taşlarının her bir kenarını net şekilde görerek yürüyebilirsiniz bu caddede. Görünmez adam da öyle yaptı. Yere eğildi. Kaldırım taşlarının her bir kenarını inceledi. Saklanmış gerçekleri anlamış gibi kafasını hafifçe geriye doğru yatırdı. Kendinden emin bir şekilde 'Bir kaldırım taşının; 4 tane keskin kenarı, birkaç tane de yumuşak kenarı ve sanırım başka kenarları da var.' dedi. Konuşmaya başlarken ki eminliği konuşmanın sonunda kaybolmuştu. Kafasını kaldırdı. Caddeden ayrılan küçük bir sokak gördü.

'BEDİD SOKAK'

Caddeden ayrılırken arkasına baktı. Sanki caddeye veda ediyor gibiydi ama caddenin ona veda eder gibi bir hali yoktu. Biraz ilerledikten sonra tanıdık bir apartman gördü. Tanıdık gelen bir ismin üstüne bastı. Dört saniye sonra kapı açıldı. Görünmez adam kapıyı tuttu. İçeri girdi. Bir kadın sesi duyuldu. "Yine bu çocuklar zile basıp kaçıyor. Yarın gideceğim ben, söyleyeceğim annelerine."

Kapı kapanmaya başlarken görünmez adam merdivenlerde göründü. Kadın kapıyı tekrar açtı. "Oğlum, anahtarlarını mı kaybettin?" dedi. Görünmez Adam, gözlerini gözlerine dikmiş gözlere baktı. Afallamış bir şekilde elini cebine attı. Anahtarları eline aldı. 'Özür dilerim anne, unutmuşum' dedi. Ayakkabılarını çıkardı. Kapının yanında olan ayakkabılığa koydu. Kapıyı kapattı.


Bölüm 5

Mutfaktan gelen taze fasulye kokusu bütün evi sarmıştı. Mutfağın kapısından kafasını uzatan görünmez adam 'Başka yemek yok mu?' dedi. Annesi telefonda çocukluk arkadaşı ile hararetli bir konuşma içerisindeydi. Kolunu havaya kaldırdı, elini ve kafasını aynı anda on beş derece yukarı hızlıca kaldırıp yavaşça aşağı indirdi. Görünür insanların dilinde bu hareket 'hayır' demekti.

Odasına geçti, sessizce yemek saatini bekledi. Yemekler hazır olduğunda yemeklerin hazır olduğunu belirten 'Yemekler hazır.' sesini duydu. Yemeklerin hazır olduğunu hemen anladı ve sofraya oturdu. Televizyonun sesi çok açıktı. Babasına sormayı düşündüğü tek kelimelik günlük soruları bugün sormak istemedi. Yemeğini yedi. 'Afiyet olsun.' dedikten sonra sofradan kalktı.


Bölüm 6

Dün yemeğini hafif geçirdiğinden dolayı bu sabah aç kalkmıştı. İşe de geç kaldığından sabah bir şey atıştıramadan evden çıktı. Otobüs tıka basa dolu olsa da oturacak bir yer bulmuştu. Kendisine doğru yaklaşan sabah gezintisine çıkmış yaşlı bir teyze gördü. Gözlerini kaçırmaya çalıştı. Teyzenin gözleri, suikastçının keskin nişancı silahından çıkan mermi gibi üzerine geliyordu. Yapacak hiçbir şeyi kalmadığında yerinden kalktı. Yaşlı teyze, az önce orada biri oturmuyormuş gibi rahat tavırlarla yerine oturdu.

Eliyle cebini kontrol etti. Anahtarlığı oradaydı. 'Bugün seni unutmayacağım.' dedi. İneceği durağa yaklaşmıştı. Kapının üstüne baktı. Işık yanıyordu. Kapı açılacaktı. Tekrar düğmeye basmasına gerek yoktu. Kapı açıldığında otobüse binenlerin sıkıştırmalarına ve hatta bazen itiştirmelerine maruz kalsa da inmeyi başardı.

İş yerine varmıştı. Giriş kartını okuttuğunda ekranda ' 1dk 26sn geç kaldınız. Maaşınızdan düşülecektir.' yazısını gördü. Sanki o ekran boşmuş ve o da hiçbir şey görmemiş gibi gözlerini ekrandan aldı. Turnikeyi geçti. Asansöre doğru yöneldi. Asansör kapanırken içerde gördüğü iş arkadaşına 'Kapıyı tutabilir misiniz?' dedi. İş arkadaşı kapıyı tutmadı. Bir sonraki asansörü bekledi. Asansör geldiğinde içine girdi. Turnikelerden geçen bir iş arkadaşını gördü.  Arkadaşı 'Kapıyı tutabilir misin?' diye bağırdı. Kapıyı tutmadı görünmez adam.. Yukarı çıkarken kendi kendine 'Misin değil, misiniz olacak.' dedi. Asansördeki aynaya bakıp gülümsedi. Çalıştığı kata vardığında asansörden çıktı. Giriş kartını okuttuğunda '3dk 12sn geö kaldınız. Maaşınızdan düşülecektir.' yazısını gördü. 'Geö değil geç olacak. Bu ekran bozulmuş.' dedi içinden. Sonra, seslendiği iş arkadaşının eğer asansörü durduysaydı maaşından düşülecek cezanın geö kaldığından dolayı 3dk 12sn değil 2dk 8sn olacağını fark etti.

İçten içe sinirlenip 'Şerefsiz herif.' diye bağırdı. Ekranda 'Uygunsuz söz kullanımından dolayı verilen ceza maaşınızdan düşülecektir.' yazısını görünce gözlerini sıkı sıkı kapattı. Derin bir nefes aldı ve turnikeden geçti. Kendi departmanının olduğu sol kanadın koridoruna girerken turnikelerin olduğu bölümden bir ses işitti. 'Şerefsiz herif.' Ses birkaç saniye durakladı ve tekrar bir ses duyuldu. 'Şerefsiz herif.'

10 Ekim 2021 Pazar

Enfarktüs

-71672

Az önce uyandım. Anne karnında yüzüyor gibiydim. Hafif hareketlerle yüzeye çıkmaya çalışıyorum ancak içinde bulunduğum ortam buna izin vermiyor. Gözlerimi açıp etrafa bakmak istiyorum. Ellerimle gözümü yokladığımda göz kapaklarımın uç kısmından göz torbalarıma doğru kaynadığını fark ediyorum. Göbeğimde bir gariplik var, sanki bir makineye bağlıyım. Çelik halat şeklinde burgulu bir göbek kordonu buluyorum. Ellerimin avuç içleri karşı tarafa bakacak şekilde halatı kavrıyorum. Tam üç kez zorladıktan sonra bu kordonu vücudumdan ayırıyorum. Kordonun ayrılmasıyla birlikte içinde bulunduğum yapışkan sıvı yavaş yavaş üzerimden akıyor. Ne kadar beklersem bekleyeyim bu sıvıdan tamamen temizlenemeyeceğimi yedi dakikada anlayıp elimle yer çekimine yardım ediyorum. Bir nebze de olsa bu sıvıdan kurtulmanın mutluluğunu yaşarken hiçbir şey göremediğimi hatırlıyorum. Temkinli davranıp hareket etmeden önce elimle etrafı geziyorum. Anlayabildiğim kadarıyla deri benzeri bir maddeden çeperi olan tel örgülerle desteklenmiş bir fanustayım. İki dakika sonra bir açıklık buluyorum, biraz kaba kuvvetle birlikte bu açıklığı geçebileceğim şekilde büyütüyorum. Garip bir ses dikkatimi dağıtıyor. Ses daha çok masaya vurulan bir cismi andırıyor. Sürünerek fanustan çıktıktan sonra düz ilerliyorum, karşıma bir duvar çıkıyor. Bu duvara yaslanıp duvarı sürekli olarak sağıma alacağım. Böylelikle buradan çıkacak kapıyı bulabileceğime inanıyorum. Üç dakika duvarı bu şekilde takip ettikten sonra, sağ kolumla duvar arasına bir şey giriyor. Sanırım bu çıkıntı bir çeşit düğme. Ne yöne hareket edebildiğini anlamak için düğmeyi bazı yönlere doğru hafifçe hareket ettiriyorum. En sonunda düğme yukarı doğru hareket ediyor. Motorun çalışmaya başlarken çıkardığı sese benzer bir sesle birlikte göz kapaklarım birer tente gibi açılıyor. Hafif loş bir ışıkla birlikte düğmeye bakıyorum, evimdeki elektrik şalterlerini andıran bir yapısı var ama onlar gibi çok düğmeye sahip değil. Bu garip düğmeye bakarken masaya vuran cismin sesini tekrar işitiyorum. Sese doğru dönüyorum ve sese doğru yürümeye başlıyorum. Karanlığa alışan gözlerim kamaşıyor, sol elimle gözlerimi sıvazlayıp yürümeyi sürdürüyorum. Sese doğru yakınlaştıkça daha da belirgin görmeye başlıyorum. Şimdilik bir masa ve masanın önünde bir sandalye görebiliyorum. Sandalyeye oturmak için yaklaştığımda havda bir kalem görüyorum. Sandalyeyi dışarı doğru çekip kendimi sandalye ile masa arasına alıyorum. Gözlerimi havada duran kalemden alamamakla birlikte usulca oturuyorum yerime. Oturduktan birkaç saniye sonra kalem masaya üç kez çarpıyor. Bunu takip eden art arda dört mikrofon açılma sesi duyuyorum. Önce sağ taraftan ses geliyor ve bu sesler saat yönüyle devam ediyor. Her sesi kafamla takip ediyorum, masaya tekrar döndüğümde kalemin orada olmadığını fark ediyorum. Yaklaşık on yedi saniye sonra mikrofondan tek bir sözcük duyuluyor. 'PAROLA'

-69471

Alnımdan akan ter, şakaklarımda gözyaşlarımla birleştikten sonra daha fark edilebilir bir hal alıyor. Bu küçük su topluluğu, içi suni yün dolu yastığa düşerken tok bir ses çıkarıyor. Yatağımdan 'PAROLA' diye bağırarak kalkıyorum. Yatağın üstünde bir süre dik pozisyonda durarak gördüğüm şeyi anlamaya çalışıyorum. Bir görü mü yoksa bir rüya mı? Ayrıca ben neredeyim. Burası benim odama hiç benzemiyor. Geceliği 350-400 liraya kiralanan cadde üstü bir otel odasına benziyor. Yataktan ayrılmak için önce ayaklarımı dışarı çıkarıyorum daha sonra da bedenimin üstünü ayaklarımın üstüne bindiriyorum. Sağ kolumu omzumla birlikte bir öne bir arkaya oval bir yörüngede hareket ettiriyorum, aynısı sol kolla da yapılıyor. Ardından her iki kolumu da önce öne alıyorum daha sonra arkaya doğru geriniyorum. Tüm bunları yaparken de otelin caddeye bakan penceresinden araçları izliyorum. Ter içinde uyandığımdan bir an önce yıkanmak istiyorum. Banyonun nerede olduğuna bakmak için odaya bir göz atıyorum. Yatağımın hemen yanında duran komodinin üzerinde bir kartvizit var. Kartvizit düz beyaz bir şekilde baskısız olarak önümde duruyor. Bir yüzüne mavi bir kalemle B174 yazılmış, kartvizitin arkasını çeviriyorum. Kartviziti tam ortalayacak şekilde titizlikle çizilmiş bir üçgenle karşılaşıyorum.

Duşa kabini açtığımda içinden kırmızı bir kelebek birden yüzüme doğru uçuyor. Önce korkuyor ve geriye doğru bir adım atıyorum. Sonrasında duraksıyorum ve o arada kelebeğe doğru sağ elimin işaret parmağını uzatıyorum. Kelebek parmağımın üstüne konuyor. Banyodan çıkıyor cama doğru yaklaşıyorum. Pencereyi aralayıp bu küçük kelebeği özgürlüğüne kavuşturmak istiyorum. Parmağımı pencereden dışarı doğru uzatıp 'Hadi git.' diyorum. Beni duymuş ve anlamış gibi kanadını yavaşça açıyor ve bir kez kanadını çırpıyor. Daha sonrasında boşluğa doğru kanadı açık bir şekilde süzülüyor ve ardından kanadını tekrar çırpıp yükseliyor. Ben pencereyi kapatamadan tekrar odanın içine dalıyor. Kartvizitin olduğu komodinin üzerine konuyor. İçimden 'Şansını kaybettin.' deyip duşa yöneliyorum. Suyun altında dört dakika boyunca yere doğru bakıp kafamdan akan suları izliyorum. Vücudum yorulduktan sonra suyun altında oturmaya karar veriyorum. Zihnimin her köşesinde düşündüğüm tek şey parolanın ne olduğuydu. Gözlerimi kapatıyor ve hatırlamaya çalışıyorum. Yaklaşık iki dakika daha orada oturduktan sonra kalkıyorum. Duştan çıktıktan sonra içinde ne olduğunu bilmediğim dolabı aralıyorum. Düzgün katlanmış ve ütülü birkaç kıyafet buluyorum. Üstümü değiştirip dışarı çıkmak için kapıyı aralıyorum. Araladığım kapının üzerinde 462 numarası işlenmiş. Çıkış tabelasını takip edip asansöre ve merdivenlere ulaşıyorum. Merdiveni takip edip aşağı doğru hızlı bir şekilde inerken otelin A kanadında olduğumu fark ediyorum. Merdivenlerden sağa doğru yöneldiğimde lobiyi ve onun önünde de kapıyı görüyorum. Kapıya doğru yöneldiğimde arkamda kalan lobiden bir ses yükseliyor. 'Taksi çağırmamı ister misiniz Beyefendi?' arkamı döndüğümde bir çift yabancı gözün bana bakıp gülümsediğini görüyorum. Kekeleyerek 'Gerek yok.' deyip kapıdan dışarı çıkıyorum. Karanlıktan çıkan gözlerim henüz ışığa alışmamışken kendime sorduğum tek bir soru vardı. 'Ben neredeyim?'

Derin bir nefesin ardından güneşin sıcaklığını tenimde hissediyorum. Gözlerim ışığa alışmadığından öncelikle gözlerimi elimle kapatıyorum. Gözlerimi ışığa alıştırdıktan sonra elimi yavaş yavaş gözlerimden çekiyorum. Daha önce hiç yürümediğimi düşündüğüm bir kaldırımdayım. Buraya nasıl geldiğimi anımsayabilmek için sokakta bulunan dükkanlara bakıyorum. Caddenin köşesindeki pastane, önümdeki seyyar kestaneci, az önce çıktığım otel ve otelin hemen sağındaki bar, hiçbirini hatırlayamıyorum. İnsan uykusundan uyandığında en son ne yaptığını, nerede olduğunu, en son kiminle konuştuğunu hatırlamak ister. Ben az önce tanımadığım bir cadde boyunca yürüdüm ve hiçbir şey hatırlayamadım. Karşılaştığım her insanın yüzüne dikkatli bir şekilde baktım. Gördüğüm her bir tabelayı en ince detayına kadar inceledim. En sonunda gökyüzüne bakmayı denedim. Sıkışık olmayan cadde boyunca uzanan binaların çoğunluğu göğe dokunabilecek kadar yüksekti. Mat bir mavi tonu ile kaplanmış gökyüzünde irili ufaklı birkaç tane bulut göze çarpıyordu. Bulutların şekli benzetebileceğim herhangi bir şeye benzemiyordu. Dikkatli şekilde soldaki iki bulutun arasına bakınca sağa yatık ince bir hilal görünüyordu. Gökyüzüne dalmış yürürken önüme bakmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Çok geçmeden ayağım takıldı ve düştüm. Kafamda ağrıyan yeri elimle yoklayıp 'Kan var mı?' diye baktıktan sonra her iki elimle kendimi yukarı doğru çekip biraz oturmak ve kendimi toparlamak istedim. Kendimi zemine atıp doğrulduktan sonra neye takılıp düştüğümü görmüştüm. Buz mavisi renkli iki göz, kaybolmuş gibi beni seçmeye çalışıyordu. Karşımda 70-75 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir adam vardı. Sakalı kirli, saçı uzundu. Üstünde hafif yırtık bir ceket onun altında da beyaz olduğunu tahmin ettiğim bir gömlek vardı. Elleri birbirine kenetlenmiş şekilde sanki içinde bir şey saklıyormuş gibi kapalıydı. Kot pantolonu oldukça yeni sayılırdı, ayaklarında ise sandalet vardı. Biraz bekledikten sonra 'Özür dilerim, bir şeyiniz var mı? Sizi görmemiştim.' dedim. Buz mavisi gözler sonunda beni bulmuştu ama hala donuktu. Biraz kekelemeye başlayarak 'Sen, sen mi geldin?' dedi. Anlam veremediğim bu soruya şaşkın bir ifadeyle bakakaldım. Benim o kişi olduğumu ısrar eder bir yüz ifadesiyle bana doğru eğilip fısıldar şekilde 'Hayır, hayır biliyorum. Ben de seni bekliyordum. Haberini aldım ama haberin gerçek olduğuna inanmamıştım, biri benimle dalga geçiyor zannettim.' dedi. Başım zaten zonkluyor ve hiçbir şey anlamıyordum. 'Ne dediğinizi anlamıyorum. Ne haberi, haberi kimden aldınız?' dedim. 'Haberini bana o getirdi. Sonunda geldin, gelmene çok sevindim.' dedi. Kenetlenmiş ellerini açtı. O ellerin içinden ürkek bir şekilde kanat çırparak havalanan bir kelebek yükseldi.

Sessizliğin hâkim olduğu saniyeleri yanımızda duran lüks araba bozdu. Başımı arabaya doğru çevirdiğimde arabanın kapılarının açıldığını ve içerisinden iki kişinin bize doğru hızlı hareketlerle yaklaştığını gördüm. İkisi de aynı yeşil tulumu giymişlerdi. Daha kalıplı olanı bana doğru yöneldi. Ellerimi göğsümde birleştirdikten sonra beni havaya kaldırdı. Diğer yeşil tulumlu adam ise yaşlı adamın vücuduna tekme atıp onu tamamen yere serdi. Sağ ayağını kalkmaması için göğsüne bastırdı. Sağ elini belinin arkasına atıp tabancasını çıkardı. Yaşlı adam öleceğini anladığı anda bağırarak 'Kelebek, unutma!' dedi. Sözleri bittiği anda silah kafasında patladı. Arabaya bindirilirken kaskatı kesilmiştim, tepki veremiyordum. Kendime geldiğimde arabanın arkasında oturuyordum. Kafamı yanımdaki adama çevirdiğimde gözünün benim üstümde olduğunu gördüm. Öndeki adama doğru kafasını uzatarak 'Zamanı geldi.' dedi. Ne olduğunu anlamak için öndeki adama bakarken yanımdaki adam başıma siyah bir torba geçirdi. Hiçbir şey göremiyordum. 'Tamam geldik.' sözünü duyduktan yaklaşık yirmi saniye sonra arabadan indirildim. Yaklaşık beş dakika boyunca sağımdan ve solumdan tutulmuş şekilde yürütüldükten sonra aniden durduk. Biraz sonra asansörün kapı açılış sesine benzer bir ses duydum. Sağ omzuma gelen hafif bir dokunuşla ileriye doğru yürümeye başladım. Daha sonrasında aynı hafif dokunuş bu sefer omzumdan tuttu ve beni durdurdu. 'Kaçıncı kat?' diye bir soru geldi ve ardından 'Eksi yedi.' cevabı geldi. Asansör açıldıktan sonra yüzümdeki torba çıkarıldı. Ferah bir koridorda ilerledikten sonra on altıncı odaya girdik. Gelecekten gelen bir ameliyathaneyi andıran bu odanın ortasındaki fanusa boynuma yapılan bir iğne sonucunda sakince yatırıldım. Yanımda bulunan doktor, köşede aletlerle uğraşan doktora doğru kafasını çevirip 'Yetmiş ikinci denek hazır.' dedi. Uzaktaki doktor çelik halata benzer bir şeyi sürükleyip bana doğru yaklaştı. Çelik halatı göbek deliğimin olduğu bölgeye yaklaştırdı. Halat birden beni kendine doğru çekerek göbek deliğime sabitlendi. Halatı getiren doktor diğer doktora 'Göbek bağı bağlandı denek hazır. Daha önce de belirlediğimiz gibi iki bin iki yüz bir sayısını gir.' dedi. Bu sözleri duyduktan yaklaşık bir dakika dokuz saniye sonra içinde bulunduğum fanusu kapatmaya başladılar. Bundan yaklaşık kırk yedi saniye sonra gözlerim kapanmaya başladı. Gözlerimi açmaya çalışıp fanusun kapanmayan kısmından dışarıya çıkmaya çalışıyordum. Gittikçe azalan o açıklığa doğru bakıyordum. Odada oluşan hareketliliği duymuştum doktorlar birbirlerine sesleniyor ancak ne dediklerini duyamıyordum. O fanusun o küçük açıklığından bir kelebek kanat çırparak içeri girdi. Kelebek içeri girdikten sonra fanus tamamen kapandı. Gözlerim, fanusun kapanmasından bir süre sonra tamamen kapanmıştı. Fanus yatay pozisyondan dik pozisyona çevrildi. Fanusun içerisine yapışkan ve yoğun bir sıvı dolmaya başladı. Önce bu sıvıdan kurtulmaya çalıştım ancak sıvı boğazıma kadar geldiğinde pes ettim. Sıvı ağzıma doğru yükselmeye başladığında kelebek sol kulağıma kondu ve konuşmaya başladı: 'Sakin ol ve beni iyi dinle. Uyandığında hatırlamanı istiyorum. Bunu zihnine yazdığından emin ol. Parola sensin, her şeyin kilidi ve anahtarı sensin. Sana sorulduğunda...' Sıvı kulağımı tıkadığından kelebeğin sesini duyamıyordum. Sıvının içinde yüzerek yükselmeye ve kelebeğin sesini tekrar duymaya çalıştım. Dakikalarca çabalamama rağmen hiçbir sonuç alamadım. Fanusta olduğum beş saatin sonunda vücudumu hareket ettirmekte zorlanıyordum. Vücudumu artık hareket ettiremediğim iki saatin sonunda göbek kordonum dönmeye başladı ve yavaşça uykuya daldım.


9 Ekim 2021 Cumartesi

Bir, İki ve Üç

 1

Bilmem kaç gün geçti üzerinden. Hatırlarım diye düşünüyordum. Ne kadar zihnimi zorlarsam zorlayayım hatırlayamıyorum. Belki de buraya kadardı. Her şeyin sonlandığı, bu an. Yaşamıma anlam katmak için onu aradığım yılların sonunda buradayım. Hiçliğin tam olarak ortasındayım. Hafif bir rüzgar esse yıkılır mıyım, bilmiyorum. Belki de rüzgara gerek bile kalmaz. Bir nebze de olsa unutmak için gözlerimi kapatıyorum. Karanlık güzeldir. Hiçbir şeyi göremezsin. Gözünün önünde apaçık şekilde duran gerçekleri bile.

2

Bunca zaman sonra bile ufak bir ışık aydınlatır geceyi. Sanki daha önce hava hiç kararmamış gibi. Kelebekler uçuşur özgürce bütün vücudumda sanki birkaç saate hayatları son bulmayacakmış gibi.

3

Ve artık vücudumu bu güçlü rüzgara karşı koymak yerine özgür bırakırım. Belki gerçekten de özgür olabilirim, rüzgarın beni götürdüğü yerde. Ne kadar çok yol alsam da, ne kadar zorlu şartlarda yolculuk etsem de, belki bir fırtınaya karışır göğe yükselirim, belki bir geminin suyun üzerindeki son anlarına tanık olurum, belki birinin saçlarını savururum, belki de öylece süzülür dururum boşlukta.


8 Ekim 2021 Cuma

Dokuz ya da Sekiz, Ve Gökyüzü

Dokuz ya da Sekiz

Rüzgarın peşine takılan dalgalar kendine özgü bir harmoni ile sahildeki kumların arasına dolarken bir albatros sahile inmek için kanatlarını açtı. Ağır bedenini sahile vurmadan indirebilmek içün oldukça uğraşsa da dengesini kaybetmekten de kurtulamadı. Toparlandıktan sonra solundaki kum tepesine baktı, ondan kaçan bir balığı izlermiş gibi gözleriyle takip etti karanlığı. Sonrasında ani bir hareketle bana çevirdi gözünü. Yaklaşık dokuz ya da sekiz saniye süren bu bakışmayı bir ıslık sesi bozdu. Güzel bir şarkı gibi insana meditasyondaymış hissi veren bu harmoninin arasında neredeyse fark edilmeyecek kadar aykırı olan bu sesi, sesin geldiği yere doğru kanatlarını açıp havalanmaya hazırlanan albatros olmasa duyamayacaktım. Albatros ilk seferinde havalanamamıştı. Ayaklarını ıslak kuma vurduktan sonra kendini daha yükseğe fırlatıp kanatlarının da yardımıyla havalandı. Çok geçmeden onu göremez olmuştum. Kendimi tekrar rüzgarın getirdiği o sevdiğim şarkıya bıraktım. Dalgalar ellerimi hafifçe ıslatırken gözlerimi kapattım.

Ve Gökyüzü 

Pastel bir siyahın hakim olduğu geceyi dolunay aydınlatırken yine gökyüzündeyim. Denizde geçen ayların ardından ilk defa karaya ayak basacağım. Unuttuğum bir alışkanlık gibi, her seferinde endişe ediyorum. Kanatlarımı hızımı  yavaşlatmak için yukarı kaldırıyorum. Neredeyse hatasız denilebilecek bir şekilde yere inmeyi başardım. Kumlar ıslak, tekrar havalanmadan önce ayaklarımı biraz karaya alıştırıyorum. Kumulun içinde bir hareket görüyorum. Ne olduğunu anlayamadım. Sağımda yere inerken kendini yeteri kadar yavaşlatamamış ve muhtemelen bacaklarını kırmış başka bir albatros görüyorum. Gözleriyle bana bakıyor. Bir ıslık sesi duyuyorum. Bunu daha önce de duymuştum. İkinci denememde havalanabiliyorum. Biraz uzaklaştıktan sonra sahile dönüp bakıyorum. Deniz bütün soğukkanlılığıyla sarıyor sahilde yatan albatrosu, çok geçmeden onu görememeye başlıyorum.

7 Ekim 2021 Perşembe

Tik ve Tak

 Niye olmadığım biri gibi davranıyordum, bilmiyorum. Yürüyorum bildiğim bir sokakta daha önce bilmediğim bir şey görmek umuduyla. Dar sokağın geniş caddeye bağlandığı noktada duruyor ve hep yaptığım gibi köşe başındaki kestaneciyi izliyordum. Kırmızı bir arabası vardı, biraz eski ve paslı. Her müşteriyi güler yüzüyle karşılayıp nazik davranırdı. Mutlu gözükürdü. O gün onu izlerken yine her şey durağan işliyor diyordum ki aniden başım döndü, gözlerim bir an karardı ve o ışıl ışıl cadde gittikçe silikleşti. Kalbimin her bir atışını hissedebiliyordum. Soğuk ve karanlık. Hissedebiliyordum, her birini hissedebiliyordum. Görebiliyorum, bana inanman lazım. Nefes alış verişim hızlanıyor. Kalbim daha da hızlı çarpıyor.

Sıcak su taneleri.

Gözlerimden yaşlar dökülüyor.

Kulağım.

Duyuyorum ama net değil. Bağırtılar odaklanmamı zorlaştırıyor.

Sol elim titriyor. Durdurmakta zorlanıyorum. Vücudumun kontrolü başkasındaymış gibi. Nefes alış verişim daha da hızlanıyor. Kulağım çınlıyor. Gittikçe daralıyor sanki vücudum. Etrafımdan gelen bağırtılar ve etrafımdakilerin silüetleri daha da sıkıştırıyor beni. Bedenimin kat kat küçüldüğünü hissedebiliyorum. Etrafımdaki bağırtılardan odaklanamıyorum ama bazı sesleri seçebiliyorum. Kafam sürekli kendisini sağa doğru çekiyor sonra geri geliyor ve böyle tekrarlanıyor. Yelkovanın hareketi gibi

tik tak

tik tak

tik ve tak.

Bağırtılardan biri her gün izlediğim o kestaneciye ait. Yere düştüğümde çabucak gelmiş yanıma.

Hayır.

Hayır hayır.

Bunun olmaması gerekiyordu. Sen de biliyorsun, benim bir parçamsın.

Vücudum titremeye devam ediyor. Konuşma yetim yerinde değil. Bağırtılar düşüncelerimi bastırmaya çalışsa da hala onları duyabiliyorum. Ağzımdan sürekli aynı sözcükler dökülüyor.

iki bir bir dokuz sekiz

manolya

yelkovan kapı

üç gözlü maske

Ağzım benim bir parçam değilmiş gibi benden bağımsız o sözcükleri tekrarlayıp duruyordu.

Göğüs kafesim bir yukarı çıkıyordu bir aşağı iniyordu. Her şeyin bittiğini hissettim.

Ve bir an her şey durdu. Bir odadaydım. Odada bir sandalye, üzerinde manolya olan orta büyüklükte kare bir masa, bir kapı ve onun hemen üstünde akrebi bulunmayan bir saat. Her şey durmuş ve ben sandalyede oturuyorum.

Sessiz

Çok sessiz.

Nefes alış verişimi, vücudumda dolaşan kanın sesini hepsini her şeyi duyabiliyorum.

Nefes alışım yavaşladı ve durdu. Caddenin ortasında yerde duran bedenim odada belirdi. Titremem durdu. Duyabiliyordum, etrafımda toplanan insanların ağızlarından dökülen bütün cümleleri, sözcükleri. Her biri farklı şeyler söylüyordu ama her birinin söylemek istediği şey aynıydı. Farklı sözcükler ama aynı anlamlar. Yerde yatan bedenime elimi uzattım ve işaret parmağımla alnına dokundum. Gözlerim açıldı ve kendimle göz göze geldim.


6 Ekim 2021 Çarşamba

Deray

Yelkovan ve akrep on ikinin üzerinde birleşiyor. Zihnimin içinde yeni bir şarkı çalıyor. Rayında giden tren hızlanmaya başlıyor. Kulaklarımla rayları dinliyorum. Aşınmaya ve yüksek mukavemete dayanıklı bu özel çelik profil, kulağımı soğuktan kaskatı etti. Şimdi ise elimi rayların üzerine koyuyorum. Titreşim gittikçe artıyor. Yamaçtan akan karların çığa dönüşmesini en az bir kere izlemişsinizdir. Gittikçe artan bu titreşimle kendimi çığı başlatan ilk kar tanesi gibi hissediyorum. Kafamın etrafında uçuşan bir şey dikkatimi çekiyor. Bir kelebek! İki kez yükseliyor ve sonrasında kanatlarını bırakıp süzülüyor. Kulakları sağır edici bir ses yükseliyor, gittikçe yaklaşan trenden. Bir kere daha, bir kere daha ve bir kere daha. Daha ilk korna sesinde yere düşmüş olan kelebeğe bakıyorum. Soğuk ve katı, tıpkı aşınmaya ve yüksek mukavemete dayanıklı özel çelik profil olan bu raylar gibi. Zihnimdeki şarkı artık tanıdık gelmeye başlıyor. Her şey kararıyor ve boğuklaşıyor. Duyduğum tek ses bir kere ve bir kere daha her seferinde daha da şiddetini arttırarak bana doğru yaklaşıyor. Kalp atışlarım hızlanıyor. Raylarda olan sağ elimi sabit tutamıyorum. Trenin yaklaşmasından mı yoksa içten içe yaşadığım korkudan mı kaynaklanıyor emin olamıyorum. Yükselen seslerden dolayı bakışlarımı bir yere odaklayamıyorum. Bir dakika içinde aldığım nefes sayısı gittikçe yükseliyor. Vücuduma giren hava saliseler sonra dışarı çıkıyor. Tren nerede? Nereden geliyor göremiyorum, hiçbir şey göremiyorum. Bulanık olan her şeyin içinde tek bir hareketliliğe takılıyor gözlerim. Soğuk ve katı şekilde yatan kelebek kanadını çırpıyor. Elimi ona doğru uzatıyorum. Ellerim trenin çıkardığı titreşimden dolayı titremiyormuş, trenden dolayı titriyormuş. Kelebek benden kaçıyor. Son bir hamle daha yapıyorum onu yakalamak için. Sert bir rüzgar beni savuruyor. Peşinden boğucu sesi de alıp uzaklaşıyor. İki elimle oluşturduğum kafes içinde kelebeğin kanatlarını çırpmasını hissediyorum. İki kere yükseliyor ve sonrasında kanatlarını açıp süzülüyor.

Sessizlik

Bölüm 1 Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Kaç saattir buradayım hiçbir fikrim yok. Parmaklarım sazın telleri arasında uzun bir süredir geziniy...