Bölüm 1
Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Kaç saattir buradayım hiçbir fikrim yok. Parmaklarım sazın telleri arasında uzun bir süredir geziniyor, oldukça yoruldular. Bana doğru hızlıca yaklaşan bir çift ayakkabı duyuyorum. Başımı sese doğru çeviriyorum ve ayakkabıların önümden geçtiği anı bekliyorum.
- Pardon. Saat kaç acaba?
Ayakkabılar zemini ezmeyi bıraktı. Bakışlarının bana doğru döndüğünü hissediyorum. Sesi tekliyor. Önce bana baktı sonra da cebinden telefonunu çıkardı. Kolunda büyük ihtimalle saat yok. Saati olsaydı elinin pantolonun cebine girerken çıkarttığı hışırtıyı ve bozuk paraların sesini duymazdım. Ayrıca saati olan biri saate bakmak için telefonu kullanmazdı.
- Sekizi on geçiyor abi.
Sesinden anladığım kadarıyla yirmilerinde olan bu genç benden hızlıca uzaklaşmış olmalı ki teşekkürüme cevap alamadım.
Yarım saat sonra kardeşim beni almaya gelecek. Tek başıma eve dönemiyorum, evin yolunu uzun zaman önce unuttum. Dokuz yaşında geçirdiğim trafik kazasında kornealarıma on yedi cam parçası saplandı. On yedisini de doktorlar birkaç saat süren ameliyatta çıkarmış olsa da bu artık görebileceğim anlamına gelmiyordu. O günden beri her şey karanlık. Bana söylenene göre şu an yirmi üç yaşımdayım. Kimse söylemese günlerin nasıl geçtiğini kestirebileceğimi zannetmiyorum. Belki de yanlış saymışlardır ve yirmi iki yaşındayımdır, belki de otuz ikimde. Hiçbir zaman bu konuda emin olmamak beni kahkahaya boğuyor. Ayakkabılarını duymadığım, sessizce yanımdan geçen biri belki bana bakıp içinden neye gülüyor bu deli diye düşünüyordur. Bu varsayım mevcut durumu daha da komik yapıyor. Parmaklarımı avucumun içine doğru birkaç kere kapatıyorum. Dinlenmiş gibiler. Çalmaya devam ediyorum. Birkaç parça çaldıktan sonra megafonlardan tiz bir ses çıkıyor ve ardından anons geliyor.
'Dört dakika sonra istasyona varacak olan metro seferimiz teknik aksaklıktan dolayı yolda kalmıştır. Metro seferlerindeki aksama en kısa sürede giderilecektir.'
Sesi duyduktan sonra yine nasıl bir aksaklık oldu diye meraklanıp sazımı çalmaya devam ediyorum.
Bir süredir hiç ayakkabı sesi duymuyorum. Ya kimse önümden geçmiyor ya da sessizce yürümeye başladı insanlar. Birkaç kere sesleniyorum ama cevap alamıyorum. Sazımı çalmayı bırakıyorum. Kulaklarımla gelebilecek herhangi bir sese odaklanıyorum. Bir süre sonra yere sürekli çarpan bir sopa duyuyorum.
- Pardon bakar mısınız? Saat kaç?
- Kim o? Biri bana mı seslendi?
- Evet. Saat kaç acaba? Kardeşim beni almaya gelecekti de, gecikti gibi. Ondan dolayı size sordum. Bugün kabartmalı saatimi takmayı unutmuşum, saatin kaç olduğunu bilmiyorum.
- Sen de mi göremiyorsun?
- Evet. Göremediğimi fark etmediniz mi?
- Hayır. Ben de göremiyorum, doğuştan beri böyleyim. Saati en son telefonuma sormuştum. Dokuz buçuk demişti. Sonra kapandı, anlamadım, açmaya çalışıyorum açılmıyor. İkinci çıkışın önünden beri yürüyorum, insanlardan yardım istiyorum ama kimse cevap vermiyor. İnsanlar garip bir şekilde yerde yatıyorlar. Birine takılıp düşünce fark ettim. Uyandırmaya çalıştım ama hiçbiri uyanmıyor. Birkaç tanesinin boyunlarını bulup nabızlarına bakmaya çalıştım. Hiçbirinin nabzı atmıyor. Şaka mı yapıyorlar, ne oluyor anlamıyorum. Neler olduğunu anlamak için görebilen birini arıyordum ama şansa bak ki sen de benim gibi göremiyorsun.
Bölüm 2
Dediklerini duyduktan sonra şoka girmiş ve ona inanmamıştım. Yerde yatan bir insanı bulmak için dizlerimin üzerinde sürünmeye başladım. Çok geçmeden birine rastlamış, kolundan nabzını bulamayınca boynuna da bakmıştım. Hiçbir belirti yoktu. Diğer göremeyense büyük ihtimalle çıkardığım seslerden benim ne yaptığımı anlamış ve sessizce gerçeği kabullenmemi beklemişti. Her şey sessizdi. Karanlığa alışmıştım ama daha önce sessizliği hiç deneyimlememiştim.
Işıkların bizi aydınlattığı ama bizim birbirimizi göremediğimiz metro koridorunda birbirimizi bulmamız zor olmadı. Sonunda onunla tanıştım. Elleri stresten terliydi. Sesinden anlayabildiğim kadarıyla yirmili yaşlarda genç bir kadındı.
Yerlerdeki kabartmaları takip ederek merdivenleri bulmuştuk. Daha önce çalışmadığına rastlamadığım yürüyen merdivenler bu sefer yürümüyordu. Merdivenleri çıkmaya başladık. Yeryüzüne çıktığımızı tenimize çarpan sert rüzgârdan anladık. Birbirimizi kaybetmemek için elimi omzuna koydum ve sıkıca kavradım.
Elindeki değnekle sürekli parke taşlarına vuruyordu. Parke taşlarının asla bitmeyeceğini umarak yürümeye devam ediyorduk. Bir noktada parke taşları bitmişti. Ne yapacağımızı bilemedik. Birbirimizi daha sıkı tutarak yürümeye devam ettik. Yol üzerinde yerde yatan birkaç insana takılıp düştük. Tekrar düştük ve sonra tekrar düştük. Tenimize çarpan rüzgâr bu sefer bize deniz havasını getirmişti. O yöne doğru yürümeye başladık. Bir süre sonra dalgaların da sesini duyduğumuzdan sahile geldiğimizi anladık. Yürümekten yorulmuştuk. Bir bank bulduk ama oturamadık. Bankta oturan bir insan vardı. Hareket etmiyordu, cansızdı ama yine de onun rahatını bozmak istemedik. Biraz daha yürüdük ve başka bir bank bulduk. Oturduk. Deniz havası ciğerlerime dolarken yaşadığımı hissettim.
- Şimdi... Şimdi gören insanlar artık yok mu? Sadece bizler mi varız? Daha önce okuduğum bir romana benziyor bütün bu olaylar. Daha önce böyle bir olay olacağını hiç düşünmemiştim. Doğrusunu bilen insanların da artık olmadığını düşünürsek bundan sonra istediğim yaşta olabilirim. Kimsenin beni yalanlayabileceğini düşünmüyorum. İstediğim kişi olabilirim. Saçlarım istediğim renk olabilir eğer beğenmezsem hemen değiştiririm. Gerçi artık kimsenin beğenebileceğini düşünmüyorum. Beğenmek için görmek gerekmez mi?
- Saçların ne renkti?
- Saçlarım sarı. Sarı olmasını istiyorum.
- Saçlarının rengi güzel oldu. Sarı sana yakıştı.
Dakikalarca bu muhabbete gülüşmüş biraz olsa da neler olduğunu unutmuştuk. Gülüşmelerimiz bitince yine sessizliğe bürünmüştü dünya. Sessizliği bozmak istedim.
- En son gördüğümde ağaçlar yeşildi. Deniz ise mavi. Saçlarımın sarı olduğunu biliyorum ama bunlardan emin değilim. Denizin artık çok kirlendiğini ve eski maviliğini kaybettiğini duymuştum. Kardeşim de bana öyle olduğunu söylemişti. Eskisi gibi de her yerde ağaç yok artık, oldukça azaldılar. Acaba hala ağaçlar yeşil mi? Yeşil bile olsa acaba onun rengini de istediğim gibi değiştirebilir miyim?
- Ben ağaçların yeşil olduğuna başından beri inanmamıştım.